Ana içeriğe atla

HAYATA RÖVEŞATA ÇEKEN ADAM ( A MAN CALLED OTTO) FİLM ANALİZİ

 



Öncelikle bir filmin ismi neden böyle çevrilir sorusuna ve hayretlerimle başlamak istiyorum yazıma... :)

İsveçli yazar Fredrik Backman'ın 2012 yılında yayımlanan Ove Adında Bir Adam adlı romanı, 2023 yılında Tom Hanks'in başrolünde oynadığı A Man Called Otto adıyla Amerika'da yeniden sinemaya uyarlanarak izleyiciyle buluştu. Filmin İsveç versiyonu 2015 yılında çekilmişti.

Otto, son derece titiz, kuralcı ve aksi bir ihtiyar olarak karşımıza çıkıyor. Kimseyle muhatap olmadığı gibi onunla muhatap olmaya çalışanlara da ters davranıyor. Tam silecekleri kaldıran emekli albay hesabı. Ama kendisi asker olmak için girdiği sağlık testinde kendisinde babasında da olan hipertrofik kardiyomiyopati (kalp kasının kalınlaşması ve kalbin büyümesi) olduğunu öğrenip ve asker olamıyor. Bunun yerine mühendislik fakültesini bitiriyor. Emekli albaylık onun hamurunda anlayacağınız :)

Kayıp Sonrası Yaşam

Birini kaybetmek, yerinin doldurulamayacağı bir boşlukla baş başa kalmak gibidir. O boşlukla ne yapacağını bilemeyebilir insan. Yaşamın kaçınılmaz gerçeklerinden biridir ve hepimiz bir noktada o gerçeğin bir parçası haline geleceğiz. O zamana kadar ise kaybettiğimiz sevdiklerimizin boşluğu ve yası ile başbaşayızdır. 

Otto da eşinin kaybından sonra yalnız, insanlarla iletişim kurmak istemeyen, başkalarıyla ancak zihnindeki kurallar listesinde bir şey ihlal edildiğinde sert bir biçimde iletişim kuran bir halde yaşamını sürdürüyor. Bu yaşayış haline bir de emekliliği eklenince Otto'nun yaşamında anlamlı olan her şeyin bittiğini ve kendisinin de bu nedenle yaşamına son vermeye karar verdiğini görüyoruz. 



Kayıplardan sona bu gibi bir ruh haline bürünmek son derece olağandır. Belirtmek gerekir ki, yas süreci kitaplarda yazdığı gibi tıkır tıkır beş aşamada geçilip bitmez, bitmeyebilir. Çünkü yas süreci her insan için biriciktir. Otto için de öyle.

Ev Alma Komşu Al

Otto intihar planını yürülüğe koyamaya hazırlanırken karşı binaya taşınacak olan komşuların sesini duyuyor. Park etmeye çalışan ve bu sırada ortalığı dağıtan yeni komşularına sinirlenip onlara iyilik etmekten ziyade huzurlarını kaçırmalarını engellemek için parka yardım ediyor. Sonra da hışımla yarım kalan işine geri dönüyor. 



Hayat da budur ya, ipi bağladığı tavan onu taşımıyor ve Otto yere kapaklanıyor. O da ne? Komşuları teşekkür için yemek getirmiş, kapısını çalıyorlar! Bu güler yüzlü, sevecen ve müteşekkir komşular elbette başta Otto'nun canını epey sıkıyor. Ancak onu hayata bağlayacak bir aile olduğunu sonradan fark edecek...

Eee ne demişler? Ev alma komşu al...

Yaşam Anlamlarıyla Mümkündür

Otto komşuları taşınmadan önce cansız ve kuru bir yaşamın içindeydi. Belirli rutinleri dışında onu gülerken, insanlarla sohbet ederken veya bir şeylerle uğraşırken görmüyoruz. Yapması gerekenleri yapmak dışında kendi arzusunun ne olduğunu hatta arzusu olup olmadığını bile anlayamıyoruz.

Burada önemli bir nokta var. Kayıplar yaşamın hem en gerçek hem de en sarsıcı deneyimlerinden biridir. Sevdiğimiz birini kaybettikten sonra onunla olabilecek bir geleceği de kaybederiz. Yaşadığımız anılar ve hissettiğimiz duygular bir anda kendini bir boşluğa bırakır sanki. Ve bu, son derece insani bir deneyimdir. 

Bu esnada yaşamın anlamsız, gereksiz ve boş olduğunu düşünebilir ve hissedebiliriz. Kaybettiğimiz kişinin varlığında anlamlar atfettiğimiz hayat artık onsuzdur ve inşa ettiğimiz anlamlar yıkılabilir. Ancak bu, yas sürecinin doğal bir parçasıdır. Yıkılan anlamlar zamanla yerini yeniden inşa olan anlamlara bırakır. Ama bu zaman alacaktır. Bu süreç dalgalı bir denize benzer. Bazen durgun olur, bazen hafif bir rüzgarla dalgalanır ve bazense fırtınalar kopar, dev dalgalar oluşur. Hepsi insana ve yas sürecine dairdir. 

Otto'ya baktığımızda ise anlamların yıkıldığı bir evrede olduğunu görüyoruz. Eşini kaybetmiş ve artık emekli de olmuş biri olarak hayatla ne yapacağını bilmez bir halde olduğunu görüyoruz. Bu anlamsızlığın içinden de hayata neşeyle bakan bir bir çift ve biri yolda olan üç çocuk ile çıkıyor Otto'muz. Çünkü canlılığın olduğu yerde yeşermemek mümkün değildir. Kaldırım taşlarıyla döşenmiş ve çimentoyla doldurulmuş bir yolda bile ufacık bir çatlaktan yeşeren bitkileri düşünmek yeterlidir... 

Ölme isteğine karşı canlılık artık Otto için sokağının tam karşısında durmaktadır. 

Yaşamın Karşıma Çıkardıklarına Nasıl Tepki Veriyoruz?

Yaşam biz istesek de istemesek de ilerlemeye ve akmaya devam eder. Zaman hep ileri doğrudur. Bu ilerleyiş de her birimizin karşısına bir şeyler veya birilerini çıkarır; denk düşeriz. Bu karşılaşmalara nasıl baktığımız, onlara nasıl tepki verdiğimiz ise yaşamımızı şekillendiren önemli kısımlardan biridir. 

Otto'nun karşısına çıkan bu aile ona yaşamını anlamlı kılan şeyleri hatırlatacaktır; Otto iyi bir yardımcıdır. Bildikleri ve yapabilecekleri ile insanlara yardım edebilmektedir. Üstelik bunda da oldukça iyidir. Sadece bunun için insanlar yaşamında yer açabilmelidir. 

Sık sık geçmiş anılarına gittiği anlar onu her ne kadar cansızlığa ve ölüme doğru sürüklese de tüm güzel anılarıyla beraber hayatta olan olarak neler yapabileceğini görür ve yaşamında anlam inşası yeniden başlar.

Anlatmadan Anlaşılmaz İnsan

Bir diğer mesele ise Otto'nun -doğal olarak- hassas olduğu konu olan eşine dair bir konu açıldığında agresifleşmesi ve içine çekilmesidir. Eşinin vefatını da tanıştıktan belli bir süre sonra öğrenen komşuları Otto'nun nasıl bir yas süreci geçirdiğini pek de bilemiyorlar. Bu yüzden de söylediklerinin Otto'da nasıl bir etkiye yol açacağından habersizler. Yine, doğal olarak. 

Yaşamımız içinde çok kötü bir dönemden geçiyor olabiliriz. Anlatmak, dile getirmek ve sesli söylemek bizim için çok zor olabilir. Ama şunu unutmamalıyız ki; anlatmadan da anlaşılamayız. Hele de karşımızda bizi anlamaya gönüllü biri gözlerimizin içine bakıyorsa...

Anlatabilmek, derdimizi dile getirebilmek ve duygularımızı ortaya koyabilmek sadece anlaşılmanın değil anlaşılmanın verdiği hafifleme için de çok önemlidir. En temelde dile getirebilmek, kendimiz için yapabileceğimiz en kıymetli şeylerden biridir. Çünkü dile gelen gerçeklik kazanır. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duyar ve sessizce yaşayıp aslında belki de içten içe kabul edemediğimiz ve düpedüz orada olan gerçekle karşılaşırız. 

Otto için de bu geçerliydi. 

Marisol onu anlamaya, ona yardım etmeye ve onunla ilişki kurmaya gönüllüydü. Otto için endişe ediyor ve onu merak ediyordu. Otto ona açılmak ve hikayesini anlatmak için adım attığında her şey çorap söküğü gibi çözüldü. Eşinin vefatı gerçekti, kaybı da yası da. Ama Otto hayatta olan olarak hala yaşamına devam edebilirdi. Bir anlam bulabilir, ilişki kurabilir, yardım edebilir, sevebilir ve eğlenebilirdi. Hiçbiri eşine olan sevgisini, eşi ile olan anılarını hiçe say(a)mazdı. 



Bu süreçte sahiplendiği kedisi de ona yaşamına eşlik ediyor, evine kabul ettiği maddi ve manevi zorluklar yaşayan ve trans birey olan eşinin eski öğrencisi ile de ev arkadaşlığı yapıyordu. Canlıydı, amaçları vardı ve gülümsüyordu.



Kocaman Bir Kalp

Marisol, Otto'nun fenalaştığı bir gün hastaneye kaldırıldığında kalbinin normalden büyük olduğunu öğreniyor ve kendisini gülmekten alıkoyamıyor. 

Her ne kadar tıbbi ve tehlikeli bir durum olsa da aslında Otto için ne kadar manalı bir teşhis olduğunu fark ediyor çünkü. Aksi ve katı yanının ardındaki "kocaman kalbi" görebiliyor Marisol...

Ve o "kocaman kalbi" bir gün duruyor...

Otto'nun ölümü genetik olarak sahip olduğu bu teşhisin bir sonucu olarak gerçekleşiyor; intiharı ile değil. Ve ardında onu çok seven, sayan ve onunla bir sürü anı biriktirmiş insanlar bırakıyor. O da gitmeden dünyada kendine ait ne varsa onlara bırakıyor...


   
Dedim ya, kötü çeviri diye. Otto hayata değil; ölüme röveşata çekiyor. :) 

Not: Bir yas sürecindeyseniz, içinden çıkamadığınızı düşündüğünüz bir ruh halindeyseniz lütfen yardım istemekten çekinmeyin. Bunun için sosyal çevrenizden ve bir uzmandan destek alabilirsiniz.


                                                                                                                   Su Demirkol










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İLK VE SON: 2. SEZON İNCELEME

    Yayınlanan ilk sezonuyla seyirciyi etki altına alan İlk ve Son dizisi 2024 yılında ikinci sezonu ile seyircisiyle buluştu.  Sonradan fark ettiğimiz üzere aslında ilk sezonda ikinci sezona göz kırpan bir sahneye yer verilmişti. Ayta Sözeri'nin hayat verdiği karakter  “Cihan’ın da bir Nilüfer’i vardı. Deli gibi aşıklardı. Gerçi hala aşıklar. Böyle oturup konuşamadıkları için vedalaşamadılar da." diyerek 2. sezona göz kırpmıştı.  Üstelik hayat onları birkaç biçimde kesiştirmiş ama birleştirmemişti.  Evden kaçan Colombo'nun Co olarak devam ettiği ikinci evi Nilüfer ve Cihan'ın eviydi... Bir kavga sonrası ayrı yollardan gittiklerinde Nilüfer'in otobüs beklediği durakta Deniz de o durakta Barış ile kavgaları sonrası oturuyordu.  Cihan ve Nilüfer'in Kesişen Yolları Cihan ve Nilüfer bir yaz mevsiminde tanışmış, birbirlerine sırılsıklam aşık olmuş bir çiftimiz. Birlikte çok eğlenen, dans eden ve gülen bu çiftimiz bir de içlerinde karanlık yanlar taşıyorlar...

TERAPİST DİZİ İNCELEMESİ

Gain platformunda 1 Ocak 2021 tarihinde yayınlanmış Terapist dizisi benim radarıma ancak sosyal medyadaki kesitlerini gördüğümde girdi :) Ben de geç olsun güç olmasın diyerek dizinin analizini yapmak üzere karşınızdayım! Şimdiden uyarıyorum; bol bol spoiler içerir :)  Öncelikle diziyi ve dizinin yapısını çok beğendiğimi söyleyerek başlamak isterim. 10-20 dk arasında süren ve 7 bölümden oluşan dizi, yapısı ve senrayosu itibariyle de oldukça sürükleyici. Yani vaktiniz de varsa çok rahat bir oturuşta bitirirsiniz. Tamamı yaklaşık bir film süresi kadar. Grup Terapisi Dizi bir grup terapisi seansı ile açılışını yapıyor. Terapistimiz Çetin Bey ve beş benzemez diyebileceğim beş danışanı ile. Burada beş benzemez dememin aslında altı çizilmesi gereken bir yanı var. Çünkü grup terapileri daha homojenik bir yapıda tasarlanır ve ortak bir durumun etrafına örülür. Örneğin ismini sıkça duyduğumuz "Adsız Alkolikler" grubu veya kanser hastaları için tasarlanmış grup terapileri gibi.  Fakat ...

SOUL FİLM İNCELEMESİ; YAŞAM YAŞAMAYA DEĞER Mİ?

        Bu yazımda 2020 yapımı ve 2021 Oscar Ödülleri’nin “En İyi Animasyon” kategorisinin kazananı Soul’dan ve buradan hareketle girmek istediğim kendini anlama meselesinden bahsedeceğim sizlere. Şimdiden uyarayım, yazı spoiler içerir  😊       Öncelikle filmle ilgili bazı bilgiler vererek başlamak istiyorum. Baş karakterin ve karakterlerin neredeyse hepsinin siyahi insanlardan oluşması bugüne kadar animasyon dünyasındaki beyaz ırk egemenliğini ortadan kaldırarak ırkçı duruşu yıktı. Her yaştan insanın kendine göre yorumlayıp ilham alabileceği bir film olsa da daha çok yetişkinlere hitap eden bir film olmuş. Gelelim içeriğe…       Joe Gardner, bir müzik öğretmeni. Aynı zamanda delicesine bir caz tutkunu. Fakat bu tutkusunu yeşertebileceği bir fırsatı bir türlü yakalayamamış ve hep bu hayalle yaşamakta. Yarı zamanlı çalıştığı okulda tam zamanlı kadro ve caz seçmelerine katılmak arasındaki yol ayrımında kahramanımız seçimini yapı...