Önce kuvvetli bir alkış alalım...
Alkışlar tamam mı?
Tamamsa Berkun Oya'nın yeni Netflix yapımı "Kuvvetli Bir Alkış" dizisini mercek altına alalım!
-----Dikka Dikkat-----Spoiler İçerir-----Dikkat Dikkat-------
Diziyi izlemeye başladığım andan itibaren Varoluşçu Felsefe zihnimin her bir yanında uçuşmaya başladı desem yalan olmaz. Varolmak, dünyaya fırlatılmak, seçimler yapmak, seçimlerin sorumluluğunu almak, kendiliğini inşa etmek... bu sıra uzar gider. Bu nedenle bu dizi ile ilgili bir yazı yazmadan duramadım. Uzunca bir ara vermiştim. Geri dönüş için bana da kuvvetli bir alkış alabiliriz 😅
Sorunları Çözmek İçin Eyleme Geçmeden Duramayan Çiftimiz
Zeynep ve Mehmet duygularını ifade etmek konusunda büyük zorluk çeken, kendince tüm sorunlarını ve duygularını içine atan bir çift. Asla konuşamayan bu çiftimiz artık birbirlerini bir arada tutacak bir şey kalmamaya yakınken çocuk yapmaya karar veriyor. Hatta öyle hızlı karar veriyorlar ki odasını, kıyafetlerini ve oyuncaklarını alıp çocuğu yapmayı unuttuklarını fark ediyorlar...
Portakalda Vitaminken İyiydik Ya!
Durmadan hareket halinde olan bu tatlı çiftin dünyaya getirecekleri bebek olan Metin ise henüz annesi Zeynep'in karnındayken varoluş krizlerinin içine çoktan dalmış bile. Dünyaya gelmek istemiyor. Portakaldaki vitamin halini özleyen Metin annesinin dışa vurmayıp içine attığı her şeyle dolu olan karnında sıkışıp kalmış. Öyle ki annesi her "içine" ağladığında Metinin başında aşağı su dökülüyor. Metin böylesi içinde birikmiş duygular, travmalar ve söylenmemiş sözler olan annesi Zeynep tarafından dünyaya getirilmek istemiyor.
“Şu annemin içine bak sen ya, hırsız evi gibi. Atmış atmış içine, sıkış sıkış. Sabaha kadar meditasyon yapsa ne olacak bu kadın?”
Burada sizi Hedigger'in felsefesine davet etmek istiyorum. Heidegger her birimizin bu dünyaya fırlatıldığını söyler. Kimin çocuğu olacağımızı, nerede, ne şartlarda ve nasıl bir kültür içine doğacağımızı seçemeyiz. Bu bizim "ontolojik gerçekliklerimiz"dir. Dünyaya gelir gelmez dünyaya dair hiçbir fikrimiz yoktur ve gözümüzü dünyaya açtığımız anda bilmediğimiz bir dil, birtakım gözlerimizin içine bakan insanlarla çevrili bir hayata başlarız.
Metin ise daha doğmadan doğmak ve dünyaya gelmek üzerine düşünebildiği bir alanda. Burda dünyaya fırlatılmak üzerine düşüncelerini dinliyoruz. O, nasıl bir aileye doğacağını biliyor ve tüm bunlarla ilgili endişeleri var. Öyle bir sıkıntı ki bu, portakaldaki vitamin haline dönmeyi arzuluyor...
Bir "Birey" Olarak Anne Karnına Dönme Kararına da Kuvvetli Bir Alkış Mı?
Metin doğuyor, aile eve geliyor ve güç bela Metin'i uyuttuktan sonra Zeynep ve Mehmet de uykuya dalıyorlar. Sabah kalktıklarında ise Zeynep Metin'i beşiğinde bulamıyor; kaybolmuş! Peki panik olmalı mı?
Dizinin bence en can alıcı yerlerinden birisiydi burası. Zeynep o kadar kendisine ve hislerine yabancı ki duygularını bile Mehmet'e soruyor. Mehmet ise dünden razı, o da en az Zeynep kadar içine atıyor her şeyi. "Yok yok hiç gerek yok." diyip birkaç saniye sonra camı açıp sessizce dışarı doğru çığlığını atıyor. Ardından lahmacun yiyerek Metin'in nerde olabileceğini konuşuyorlar. Harika gerçekten.
Bu sekansta Mehmet son lahmacunda gözü kalmasına rağmen Zeynep'e "Lütfen ye, ben doydum. Benimkisi şımarıklık." diyor. Oysa bakışları Zeynep'in özenle sarıp yiyeceği lahmacunda. Burda bile içine atıyor Mehmet. Sustuğu yerde anlaşılmayı bekliyor. İletişimsizlik ilişkinin her bir zerresini kaplıyor anlayacağınız.
E Metin napsın? Böyle bir iletişimsizliğin içinde tercihini yapmış; annesinin karnına geri dönmüş...
Kuvvetli bir alkış!
Bir Ben Var Benden İçeri
Metin'in Zeynep'in karnında olduğunu öğrenen güzide çiftimiz doktordayken telefon çalıyor. Arayan Mehmet'tir. Mehmet'in içindeki Mehmet; duygularını ve düşüncelerini söyleyebilen Mehmet.
Bu sahne ilerleyen süreçte sık sık hatırlanacak. Çünkü herkes eteğindeki taşları dökmüş, duygularını ve düşüncelerini ifade etmiş, sahici olmuşlardı. İkisi de kendisi olabilmişti. Fakat bizim nefesini tutmuş Mehmet bu konuşmayı asla öğrenememişti. Anca rüyasında (!)
Sonuna Kadar İnkar (66)
Dizide yıllar geçse de ortak gördüğümüz tek şey Zeynep'in meditasyon yapması ve Mehmet'in onu izlerken bir yandan da anlaşılmayı bekleyen hüzünlü bakışları. Zeynep ise meditasyon yapıyor gibi görünse de aslında kendi içinde kavrulma seansını gerçekleştiriyor. Tüm kaygıları, korkuları, söyleyemediklerini o "güya meditasyon" saatinde iç sesiyle dillendiriyor. Metin'in sıkış tepiş 9 ay kaldığı içsel dünyasına dolduruyor.
Hal böyle olunca Zeynep hayatında kötü giden her şeyi inkar etme modunda. Arada bir "Hiiiii!" diye ellerini ağzına götürüp negatif şeylere karşı dramatik tavırlar sergilese de kötü olan her şeyin iyi yanından çekiştirmeye var gücüyle gayret ediyor. Oluyor mu? Yersen! Zira küçük yaştan itibaren çocukluğunu atlayıp adeta küçük bir yetişkin olan Metin bile yemiyor.
Metin'in olgunluğu bir övgü kaynağı. Öyle olgun ki, apartman yöneticiliği bile yapmış! Buralarda çok güldüğümü söylemeliyim. Dizinin gerginlik ve komiklik oranı çok güzel hesaplanmış. Laf arasında tekrar kuvvetli bir alkış diyorum 👏
3x7'yi çözemeyecek kadar matematiği zayıf olan Metin için "Benim oğlum yoğun." diyor Zeynep Yoğun olan oğlu mu yoksa Zeynep'in kafasının içi mi orasını size bırakıyorum... Ama söylemden geçemeyeceğim şey şu ki, kimse Metin'e ne istediğini sormuyor. Kimse doğru soruyu soramıyor.
Ne Oldu Bu Çocuğun Hali?
Çocukken "Çok bayıksın." diyerek Metin'i terk eden Ahu yıllar sonra Metin'in karşısına çıkıyor. Mutluluktan ağzı kulaklarına varan Metin bir kafede hayran hayran Ahu'nun anlattıklarını dinliyor. Ama bir yanı yargılarla dolu. İçten içe dalga geçiyor onunla. "Sen neler yapıyorsun?" diye sorulduğunda ise dudaklarının kımıldadığını ama hiçbir şey söylemediğini görüyoruz. Gerçek de bu zaten; sürekli bir şey oluyor gibi ama aslında hiçbir şey olmuyor. Hiçbir yere ait değil, hiç kimseyle ilişki kuramıyor. Tek isteği portakalda vitamin olmak; tek isteği hiç doğmamış olmak.
Ben De Çok Yalnızım Annecim
Panel sahnesinde Zeynep oğluna doğumunu hatırlayıp hatırlamadığını soruyor. Tüm anneler adına soruyor hatta. 3 yaşından önce yapılan hataların çocukta bir etkisi olup olmadığını sorguluyor. İçi içini yiyor. Ödü kopuyor hatta.
Ve Metin hatırlıyor. Metin hepsini hatırlıyor. Onun laneti de bu zaten.
Böylesi güçlü bir sahneden sonra annesi ile yatak odasına konuşan Metin'in bir iç döküşüne şahit oluyoruz. Bence bu sahneyle birlikte yaklaşık 5-10 dakikalık sekans durumun vaziyetini bizlere çok net anlatıyor; ailede kimsenin kendine ait bir dünyası yok. Hepsi iç içe geçmiş ve kimse kendince bir zemin inşa etmemiş.
Hep bir korku var ama korkunun ne olduğunu kimse bilmiyor.
Annesine babasını rahat bırakmasını söyleyen Metin 5 dakika sonra babası eve gelince "Neredesin sen bu saate kadar? Bu kadın yalnız." diyerek onu azarlayabiliyor. Yalnızlığını anlatıp annesinin kucağında ağlayan Metin'e annesi -tabii ki- konuyu kendine çevirip "Ben de yalnızım annecim." diyip hiç eve gelmemesinden şikayet edebiliyor. Ama anne ve baba yalnız kaldıklarında konu bir anda panelde kaç kişinin olduğu, panelin vasatlığı ve yer yer tavuk dönere dönüşüyor. Kimsenin söylediği bir diğerine ulaşmıyor. Metin burda anlıyor. Metin burda vazgeçiyor.
Ve bu dünyada portakal olmaya karar veriyor; portakala dönüşene kadar.
Anne Beni Rahat Bırak
Tupturuncu bir halde hayatına devam eden Metin portakalda vitamin olamasa da kendince bir arayış içindedir. Peki annesi durur mu?
Tabii ki hayır dediğinizi duyar gibiyim.
Dizinin dibinden ayırmak istemediği, yıllarca manipüle etmeye çalıştığı ve duygusal olarak sömürme girişimlerinde bulunduğu oğlunu burda da bulup onu hala emzirmeye çalışmaktadır! "Aman da pek tatlıymış benim oğlumun yılanı." diyerek takdir eder oğlunu. Ve devam eder söylenmeye. Duyurur sesini ama karşılık bulamaz tabii. Ve gitmeden önce son bir kes okşar yılanın başını. Hazırlar Metin'in geri dönüşünü. Döller yeniden kendini.
Metin annesinden ancak annesininin karnına dönerek kurtulmuştur.
Kuvvetli bir alkış!
Bilmemenin Mucizesi
Yazının başında söylediğim gibi; biz bu dünyaya fırlatıldık. Hiç bilmediğimiz ve seçmediğim ailelerde doğduk. Bizimle ilgili ne düşündüklerini, hikayelerini, travmalarını, korkularını veya endişelerini bilmeden. Açtık gözlerimizi dünyaya ve başladı bizim için yaşam.
Metin ise her şeyi başından beri biliyordu. Baştan yargılıydı hayata. Baştan bir kararı vardı. Sadece bu kararı uygulayabilecek gücü yoktu. Her ne kadar kuvvetli bir alkışı hak edecek şekilde annesinin karnına dönmeye çalıştıysa pek de uzun kalamamıştı orda. Dünyada olduğu süre boyunca da kimse ona arzusunu sormadı. Kimse onun nasıl olduğunu, onun neler yaşadığını, içinden nelerin geçitğini sormadı. İki taraflı ateş altında kaldı. Olması gerekenler, arzu edilenler veya öyle olduğu varsayılan övgülerle boğuldu. Kim olmak istediğini bulamadı. Aramaya çalıştığı her fırsat baltalandı. Bir kendilik inşa edemedi.
Bir sürpriz değildi de bu. Çünkü evde kimsenin kendilik dünyası yoktu. Ebeveynlerinin ebeveynlerinde bile. Adeta birbirlerinin içine geçmiş vaziyette bir yumaktılar sadece. Annenin boşanmak isteyişi bile laf arasında kaynayan kuru bir cümleydi. Zeynep ve Mehmet vardı ama yaşamıyordu. Metin ise yaşamaya çalışıyor ama yok olmak istiyordu.
Dizi içimde buruk bir his bırakarak son buldu.
Kendinizi tanıyabildiğiniz, seçimlerinizi özgürce ve kendiliğinize göre yapabildiğiniz, sorumluklarını alabildiğiniz ve tüm bunların kabul görebildiği, sevildiğiniz bir yaşam diliyorum.
Vitamininiz bol olsun...
Yorumlar
Yorum Gönder