Ana içeriğe atla

THE LOST DAUGHTER: ANNELİK ÜZERİNE



       Elena Ferrante’nin aynı adlı romanından uyarlanan ve Magie Gyllanhaal’in senarist ve yönetmenliğini üstlendiği, The Lost Daughter (Kayıp Kız), seyirciye kadınlık ve anneliğe dair güçlü bir hikayeyi son derece sakince anlatıyor.

     Bir Yunan adasında tatil yapmaya, okuyup yazmaya gelen ve bir profesör olan Leda, huzurlu bir tatile başlar. Kitabını okuduğu, denizde yüzdüğü ve akşamüstü dondurmayla tatlandırdığı tatili çok kalabalık bir ailenin gelişiyle yerini huzursuzluğa bırakır. Aile üyelerinden Nina’nın kızı Elena’nın kayboluşu, Leda’nın Elena’yı bulması ile aile tarafından kahraman haline gelişi ve aile ile Leda’nın bir iletişim inşa etmesiyle film ilerler. Leda zaman içinde Nina ile sessiz bir bağ kuracak, kendisinin yirmi yıl önceki zamanlarını yoğun bir biçimde anımsamaya başlayacaktır. Film de Leda’nın yaşamına dair flashback’ler ve Nina ile olan ilişkisi üzerine kurulmakta.

     Başlarda Nina’yı, kızı ve eşi ile olan ilişkisini uzaktan gizli bir keyifle izler Lena. Ancak zamanla kendisine benzettiği Nina’yı izlemek ona kendi geçmişindeki karanlık yanları hatırlamaya başlar. Leda iki kızı ve eşi ile olan ilişkisini yeniden düşünmek ve özümsemek için bir kanala girmiştir artık. Bu kanalda zaman zaman gülümseyecek, zaman zaman göz yaşlarını tutamayacaktır. Bu, bir kadının varoluşuna dair yaşadığı içsel bir kargaşadır.

   Leda Elena’yı bulup ailesine teslim etmenin yanı sıra Elena’nın en sevdiği oyuncak bebeği olan Neni’yi alır. Bu noktada isimlere dikkat çekmek gerekir. Leda, Nina, Elena, Neni, ve Leda’nın kendi oyuncak bebeği Mina. Bu benzerlik kurulan bağı güçlendirmekte silik ama güçlü bir bağ oluşturur. Neni, Leda’nın zamanında annesi tarafından kendisine verilen daha sonra da kızı Bianca’ya verdiği oyuncak bebek Mina’yı anımsatır. Neni, Leda’nın kendi karanlık çocukluğunu ve o çocukluğu koruma arzusunu gösterir bize. İçindeki çamurlu suyu, karanlığı temizleyip yepyeni kıyafetler alıp onu giydirir. Bianca’ya sinirlendiği bir anda pencereden atarak parçaladığı Mina’yı yitirişini telafi ederken Elena’nın da mükemmel anne-kız ilişkisini bozacak ve daha geniş çapta anneler ve kızları arasında kurulan bu zinciri kıracaktır.

      Filmin bu noktadan sonrası Leda ve Nina’nın kendi içsel yolculuğuna döner. İkisi de bir eş, bir anne olarak ne kadar mutluydu? Ne için nelerden vazgeçti? İçinde alevlenen öfke kime ya da neyeydi? Her biri seyirciye de flashbackler halinde sunulur..


     Leda deyim yerindeyse kaybolmuş bir kadın olarak çıkar karşımıza. Yaşamı içinde gerçekten isteyip istemediğini düşünmeden verdiği kararlar neticesinde üzerine binen rollerle baş etmeye çalışmış ancak bunu yapamadığı için çareyi oradan uzaklaşmakta bulmuş bir kadındır. Yönetmen, seyirci olan bizler toplumsal normlara göre kötü ve ilgisiz bir anne etiketini yapıştırmak isterken bize bu normları bir kenara bırakarak yalnızca bir kadının hikayesine odaklanmamızı ister ve bu hikaye ister istemez belki de bazılarımızın sormaktan ya da kendisine itiraf etmekten zorlanabileceği şeyleri doğurmaya başlar; Annelik kutsalı mı? Her kadın anne olmayı sever mi? Anne olmak bazen gerçekten çok zor olabilir mi?... ve dahası. Üstelik film boyunca erkek karakterler birçok farklı sıfatta yer alırken (akademisyen, profesör, otel görevlisi vs.)  kadın karakterleri yalnızca annelik çerçevesinde görürüz ki buradan da eşitsizliğin boyutları yeniden gözümüze çarpmaktadır. Öyleyse bir kadını doğrudan annelikle ilişkilendirmek o kadının hikayesinin sınırlarını baştan çizmek olmaz mı? Sınırları çizilmiş bir hayatta baştan özgürlüğü için yenik düşmez mi? Hatta bu sınırlardan sıyrılmak istediğinde ise korkunç bir biçimde kutsal olana hakaret ettiği için dışlanmaz mu? Cevabını vermeme gerek yok diye düşünmekteyim…

     Leda her şeyden önce bir anne değildi. Leda bir insan, kadın, akademisyen, arkadaş, eş, profesör ve anneydi. Leda aşina olduklarımızı hiç çekinmeden yıkan bir balyoz, her şeyin ortasında “bu da nerden çıktı şimdi” diyeceğimiz bir olaydı. Tatil yerinde Nina için de böyleydi. Leda Nina’yı ne kadar gördüyse, Nina da Leda’yı o kadar görüyor ve kendisini sorgulamasına neden oluyordu. Hikayeleri farklı akmış, farklı seçimler yapmış iki kadının annelikleri gözlerimizin önüne seriliyordu. İki kadın arasında geçen dalgalı ilişkilenmede Leda kendi geçmişiyle Nina aracılığı ile yeniden yüzleşirken, Nina Leda’nın bakışları üzerinden yaptığı seçimleri sorguluyor. Ve sonunda aslında her ikisinin de “ellerinden geleni” yapan iki kadın olduğunu görüyoruz.


     Filmin sonunda ise Nina’nın Leda’yı bıçakladığında Leda’nın sakinliği ise bize geçmeyecek yaralarımızın oradalığını kabul edişimizde gelen rahatlamayı gösteriyor…

Su Demirkol

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İLK VE SON: 2. SEZON İNCELEME

    Yayınlanan ilk sezonuyla seyirciyi etki altına alan İlk ve Son dizisi 2024 yılında ikinci sezonu ile seyircisiyle buluştu.  Sonradan fark ettiğimiz üzere aslında ilk sezonda ikinci sezona göz kırpan bir sahneye yer verilmişti. Ayta Sözeri'nin hayat verdiği karakter  “Cihan’ın da bir Nilüfer’i vardı. Deli gibi aşıklardı. Gerçi hala aşıklar. Böyle oturup konuşamadıkları için vedalaşamadılar da." diyerek 2. sezona göz kırpmıştı.  Üstelik hayat onları birkaç biçimde kesiştirmiş ama birleştirmemişti.  Evden kaçan Colombo'nun Co olarak devam ettiği ikinci evi Nilüfer ve Cihan'ın eviydi... Bir kavga sonrası ayrı yollardan gittiklerinde Nilüfer'in otobüs beklediği durakta Deniz de o durakta Barış ile kavgaları sonrası oturuyordu.  Cihan ve Nilüfer'in Kesişen Yolları Cihan ve Nilüfer bir yaz mevsiminde tanışmış, birbirlerine sırılsıklam aşık olmuş bir çiftimiz. Birlikte çok eğlenen, dans eden ve gülen bu çiftimiz bir de içlerinde karanlık yanlar taşıyorlar...

TERAPİST DİZİ İNCELEMESİ

Gain platformunda 1 Ocak 2021 tarihinde yayınlanmış Terapist dizisi benim radarıma ancak sosyal medyadaki kesitlerini gördüğümde girdi :) Ben de geç olsun güç olmasın diyerek dizinin analizini yapmak üzere karşınızdayım! Şimdiden uyarıyorum; bol bol spoiler içerir :)  Öncelikle diziyi ve dizinin yapısını çok beğendiğimi söyleyerek başlamak isterim. 10-20 dk arasında süren ve 7 bölümden oluşan dizi, yapısı ve senrayosu itibariyle de oldukça sürükleyici. Yani vaktiniz de varsa çok rahat bir oturuşta bitirirsiniz. Tamamı yaklaşık bir film süresi kadar. Grup Terapisi Dizi bir grup terapisi seansı ile açılışını yapıyor. Terapistimiz Çetin Bey ve beş benzemez diyebileceğim beş danışanı ile. Burada beş benzemez dememin aslında altı çizilmesi gereken bir yanı var. Çünkü grup terapileri daha homojenik bir yapıda tasarlanır ve ortak bir durumun etrafına örülür. Örneğin ismini sıkça duyduğumuz "Adsız Alkolikler" grubu veya kanser hastaları için tasarlanmış grup terapileri gibi.  Fakat ...

SOUL FİLM İNCELEMESİ; YAŞAM YAŞAMAYA DEĞER Mİ?

        Bu yazımda 2020 yapımı ve 2021 Oscar Ödülleri’nin “En İyi Animasyon” kategorisinin kazananı Soul’dan ve buradan hareketle girmek istediğim kendini anlama meselesinden bahsedeceğim sizlere. Şimdiden uyarayım, yazı spoiler içerir  😊       Öncelikle filmle ilgili bazı bilgiler vererek başlamak istiyorum. Baş karakterin ve karakterlerin neredeyse hepsinin siyahi insanlardan oluşması bugüne kadar animasyon dünyasındaki beyaz ırk egemenliğini ortadan kaldırarak ırkçı duruşu yıktı. Her yaştan insanın kendine göre yorumlayıp ilham alabileceği bir film olsa da daha çok yetişkinlere hitap eden bir film olmuş. Gelelim içeriğe…       Joe Gardner, bir müzik öğretmeni. Aynı zamanda delicesine bir caz tutkunu. Fakat bu tutkusunu yeşertebileceği bir fırsatı bir türlü yakalayamamış ve hep bu hayalle yaşamakta. Yarı zamanlı çalıştığı okulda tam zamanlı kadro ve caz seçmelerine katılmak arasındaki yol ayrımında kahramanımız seçimini yapı...