Son
derece absürt yapısıyla başlayan ve kafaları karıştıran “Her Şey Her Yerde Aynı
Anda”, bir aile hikayesi anlatırken aynı zamanda varoluşumuzu sorgulatan son
derece eğlenceli ve ilham veren bir film olarak karşımıza çıkıyor. Başlangıçta
pek hoşlanmadığım için ilk on dakikasından sonra kapattığım bu filme ikinci bir
şans verdiğim içinse son derece memnunum.
Yaşamı
boyunca gittikçe mutsuzlaştığı bir hayat süren Evelyn’in etrafında şekilleniyor hikaye. Var olan potansiyellerini görebileceği, yaptığı seçimleri gözden
geçirebileceği ve kızının tüm bunlardan nasıl etkilendiğini görebileceği bir yolculuk
başlayacaktır onun için.
Filmin
yapısını anlatarak izlememiş kişiler için spoiler vermek istemem. Zira film
yapısı itibariyle de son derece kendine has ve bu, filmi iyi yapan
özelliklerinin başında geliyor. İlk 15-20 dakika “Ben ne izliyorum ya?” deyip
daha sonra içine çekileceğiniz bir kaos diyebilirim özetle. Fakat yazının
ilerleyen kısımlarında mecburen spoiler verebilirim, şimdiden izlemeyenler burada
dursun ve izlemeye başlasın 😊
Film
bir ailenin etrafında dönüyor ve aile, toplumun toplumun en küçük birimi. Kendi
içinde bir evren yani. Olasılıkların bir araya gelişiyle oluşan, bir arada
durmaya çalışan, dağılmaya müsait ve biricik. Bu ailenin annesi ise mutsuz ve
yorgun.
Ver bir gün, vergi
dairesinde can sıkıcı işlemlerle boğuşurken birden tüm hayatını değiştirecek
bir şey oluyor. Silikleştiği yaşamında başrol olabileceği bir girdabın içine
düşüyor. Çoklu evrenlerin her birinde farklı seçimler yaparak farklı
potansiyellerini ortaya çıkaran Evelynlerle tanışacak olan Evelyn’in düşmanı (Jobu
Tupaki) yenmesi gerekiyor.
Kendinin En Kötü Versiyonu Olmak
Peki
neden o seçildi? Çünkü Evelynlerin arasındaki en sıradan, sıkıcı ve beceriksiz
olanı o! Yani yaşamı içinde o kadar cansız ki tüm olasılıklar önünde açık duruyor…
Seçmek aynı zamanda vazgeçmektir. Kişi seçimini yaparken bir yandan da diğer
olasılıkları dışlar ve onları yitirir. Çünkü her şey aynı anda seçilemez. Bu
ızdıraplı bir süreci doğurabilir. Eğer kişi bu seçiminin sorumluluğunu alabilir
ve seçerken yitirmenin hissettirdiği sonluluğu sahiplenebilirse canlılıktan
bahsedebiliriz. Fakat eğer yitirmemek için hiç seçmiyorsa, başlayıp yarım bırakıyorsa,
sonluluğu kabul etmekte zorlanıyorsa kişi kendini adeta dondurucuda bekleyen
bir yiyecek gibi “bozulmamak” üzere bekletir ancak hiçbir canlılık kazanmaz. Evelyn
de böyleydi; bedenen canlıydı ancak yaşam içinde gittikçe cansızlaşan bir
noktaya ilerliyordu. Bunun için Nietzsche’nin
söylediklerine bakalım:
İçlerinden
bazıları i s t i y o r, ama çoğunluğu sadece i s t e n i y o r.
İçinden
bazıları sahici, ama çoğunluğu sadece kötü oyuncu.
Anlamsızlık
Yenmesi
gereken düşmanı olan Jobu Tupaki kendi kızı Joy’dan başkası değil. Tüm evrenleri
deneyimleyip en sonunda hiçlikle karşılaşan Jobu, her şeyi içinde barındıran ve
adını “Her Şey Simidi” koyduğu bir karadelik yaratıyor ve Evelyn’i de alıp
içine girerek yok olmak istiyor. Çünkü hiçbir şeyin anlamı yok.
Her
Şeyin Simidi hikayede nihilistik bir sembol olarak gösteriliyor ve insana
huzursuzluk veren anlamsızlık ve boşluğu anımsatarak negatif duygular
yaşatıyor. Buraya kadar böyle. Fakat buradan sonra işin rengi değişmeye
başlıyor. Film boyunca savaşan, kan döken ikili yaşamın henüz başlamadığı bir
evrende yan yana duran iki kaya olarak çıkıyor karşımıza. Aralarında geçen
konuşma ise birçok şeyi yeniden ele
almamıza neden olacak bir etki yaratıyor. Tüm o sessizlik ve yalnızlıkları
içinde birbirlerine söyledikleri gözlerimin dolmasına yetmişti…
“Şimdi
halimize baksana, var olan her şeyin, sonsuz sayıdaki evrenden sadece birinin içinde
olduğu, gerçeğiyle başa çıkmaya çalışıyoruz. Her yeni keşif bize şunu hatırlatıyor;
hepimiz küçük ve aptalız. Kim bilir hangi büyük keşif kendimizi daha da küçük
daha da aptal hissetmemize neden olacak…”
Sonra
aralarında şakalaşıp gülüyorlar. Film boyunca insan oldukları evrenlerin
hiçbirinde olmadıkları kadar gerçek bir canlılıkla birer kaya olarak gülüyorlar.
Yaşamı
Yaşamak
Buradan
sonra Evelyn’in bakış açısı değişmeye başlıyor. Eğer hiçbir şeyin anlamı yoksa
ve eğer her şey her yerde aynı anda bizi hiçliğe çıkarıyorsa, olasılıklar içinde
yaptığımız seçimlerle şekillenen hayatlarımız da bu hiçliğe doğru gidiyorsa
yapılacak tek bir şey vardı; yaşamı yaşamak.
Nietzsche’nin
“amor fati” kavramını hatırlayalım. Kaderini sevmek anlamına gelen bu kavram alın
yazısını değil kaderi, yani olmuş olanları ifade eder. Olmuş olanı sahiplenerek
oraya saplanmadan devam edebilmek. Fırlatılmış olduğumuz bu yaşamda, yaşamın
anlamını kendimiz vererek ve olanlara takılı kalmadan yolculuğumuza devam
ederek bir yaşam sürebiliriz.
Absürt
Dünya
Sayısız
olasılıklardan biri olan hayatımızda, bu absürt dünyada neden sorusuna aldığımız
cevaplar bize yetmiyor. Katmanlı, tahmin edilmesi ve kabul edilmesi zor bir
yaşam bu. İşte bu noktada Heidegger’in azim ve akış ikilemini tanıtmak isterim
size. Hayatta azmetmemiz ve akışa bırakmamız gereken şeylerin olduğunu ve bunun
aynı anda da bulunabileceğini söyler. Kontrolümüzde olanlar ve kontrolümüzde
olmayanlar…
Hayata
değiştiremeyeceğimiz ve kontrol edemeyeceğimiz ontolojik gerçekliklerimizle geliyoruz.
Bunun üzerine kurguluyoruz yaşamımızı; öznel gerçekliklerimizi. Çoklu evrenlerde
Evelyn’in varoluşu bakiydi. Aynı ailede, aynı coğrafyada, aynı koşullarda
doğuyordu. Fakat üzerine kurguladıkları farklıydı ve bambaşka yaşamlar yaşamıştı. En sonunda da hangi olasılıkta olduğunun bir önemi olmadığını, yaşamın her
şekilde aynı yapıda olduğunu fark etti. Elinden gelenlerle azmetmeye, kalanını
ise akışına bırakmaya başladı. Eşine ve kızına hissettiği sevgi ise artık
beklenti ve koşullardan arınmıştı.
“Sevgi
kusurları yok etmez, onları da kabul eder.
Bir
insanı, hiç sebep yokken yüreğinizde sıcacık
hissediyorsanız,
işte bu gerçek sevgidir.”
Erich
Fromm [Sevme Sanatı]
Kaynakça
Fromm, E. (1995). Sevme Sanatı. İstanbul:
Payel.
Nietzsche, F. (2021). Böyle
Sölyedi Zerdüşt. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları .
Yalom, I. (1999). Varoluşçu
Psikoterapi. İstanbul: Kabalcı.
Yalom, I. (2008). Güneşe Bakmak,
Ölümle Yüzleşmek. İstanbul: Kabalcı.
Yorumlar
Yorum Gönder